BÜYÜK DÜŞÜNMENİN BÜYÜSÜ




KAYNAKÇA
Büyük Düşünmenin Büyüsü / The Magic of Thinking Big
Dr. David J. SCHWARTZ

Büyük başarı ve doyum elde etmek için, entelektüel veya üstün zekalı olmanızın gerekmediği, ancak sizi hedefe götürecek biçimde düşünme ve davranma alışkanlığına sahip olmanızın yeterli olacağı vurgulanmakta olan 280 sayfalık bu kitabın, 18 sayfada derlenmiş özeti.
 

ÖNSÖZ
Yönetici gruba meydan okurcasına seslendi: “Harry’ye iyice bakmanızı istiyorum. Ona bakın. Harry’de olup da sizde olmayan şey nedir? Harry ortalamanın beş katını kazandı o halde beş kere daha mı akıllı? Hayır, bizim personel testlerimize göre değil. Kontrol ettim. Testler Harry’nin ortalamanın biraz üstünde olduğunu gösteriyor.”
“Peki arkadaşlar, Harry sizden beş kat daha mı fazla çalıştı? Hayır, raporlarımıza göre bu da değil. Aslında pek çoğunuzdan daha fazla izin kullanmış.” “Harry’nin bölgesi daha mı iyiydi? Yine, hayır demek zorundayım. Müşterilerin ortalaması hemen hemen aynı. Harry’nin eğitimi mi daha iiydi? Sağlığı mı? Yine hayır. Harry herhangi bir kişinin olabileceği kadar ortalama birisidir. Bir şey hariç.”“Harry ile diğerleriniz arasındaki fark,” dedi genel müdür yardımcısı, “beş kere daha büyük düşünmesi.”
Daha sonra yönetici, başarının kişinin beyninin büyüklüğüyle değil, düşüncelerinin büyüklüğüyle belirlendiğini söyleyerek konuşmasını sürdürdü.
Geçmişte yaşanmış olaylarla ispat ettik ki, banka hesaplarının büyüklüğü, mutluluk hesaplarının büyüklüğü, kişinin genel tatmin olma hesabının büyüklüğü, kişinin düşüncesinin büyüklüğüne bağlıdır. Büyük düşünmede bir büyü vardır.
“Eğer ‘Büyük Düşünme’ bu kadar çok şeyi yapıyorsa, neden herkes büyük düşünmüyor?” Bu soru bana birçok kere soruldu. İnanıyorum ki cevap şu: Hepimiz, çevremizde farkında olduğumuz ve olmadığımız birçok düşüncenin ürünüyüz. Bu düşüncelerin çoğu da küçüktür, büyük değil. Çevreniz sizi “İkinci Sınıf Sokağı”na sürüklemeye, çekmeye çalışmaktadır. Hemen her gün şu sözle karşılaşırsınız: “Ortalıkta çok fazla şef, çok az kızılderili var. Bir başka deyişle, lider olmanızı sağlayacak fırsatlar artık yok, şeflik konusunda fazlalık var, o nedenle küçük bir adam olmakla yetinmeye çalışın.”
Bu küçük ve dar kafalı çevre başka şeyler de söyler. Size “Her şey olacağına varır” veya “Kaderiniz sizin kontrolünüzün dışındadır” veya “Kaderiniz tamamıyla başka şeylerin kontrolü altındadır” der. O nedenle o düşleri, daha güzel evi, çocukları özel kolejlere göndermeyi unutun. Kaderinize boyun eğin. Yatın ve ölmeyi bekleyin.
“Büyük insanlar, dünyayı düşüncelerin yönettiğini görenlerdir” diyen Emerson, “iyi veya kötü bir şey yoktur, sadece düşünce onu öyle yapar” diye gözlemde bulunan Shakespeare gibi şaşılacak derecede zeki bilgelerden.
Büyük filozof Disraeli’nin şu düşüncesiyle başlayın: “Yaşam küçük olmayacak kadar kısa.”

BAŞARABİLECEĞİNE İNANIRSAN BAŞARIRSIN
Başarı özgür olmak demektir: Endişelerden, korkulardan, hüsrandan, başarısızlıktan kurtulup özgür olmak. Başarı kişisel saygı demektir, hayatta sürekli olarak daha çok gerçek mutluluk ve doyum bulmak, hayatı size bağlı olanlar için daha çok şey yapmak demektir. Başarı kazanmak demektir.
Her insan başarı ister. Herkes bu hayatın kendilerine verebileceğinin en iyisini ister. İnanmak ile bir dağı yerinden oynatabilirsiniz. Başarabileceğinize inanarak başarıyı elde edebilirsiniz. İnanmak şu şekilde çalışır. İnanmak, “Kesinlikle-Yapabileceğimden-Eminim” tavrı, yapmak için gerekli olan güç, beceri ve enerjiyi üretir. “Bunu-yapabilirim”e inandığınızda “bu nasıl-yapılır” gelişmeye başlar. “Tamam-bir-deneyeceğim-ama-bu-işin-olacağını-sanmıyorum”tavrı başarısızlığı getirir.
İnanmamak olumsuz bir güçtür. Akıl inanmadığında veya tereddüde düştüğünde bu inançsızlığı destekleyici sebepleri çekmeye başlar. Birçok başarısızlığın sorumlusu tereddüt, inanmamak, bilinçaltının başarısız olma, gerçekten başarılı olmayı istememe düşünceleridir.
Endişeleri düşünürsen başarısız olursun. Zaferi düşünürsen başarılı olursun.
Lidere saygı duymak iyidir. Ondan öğrenin. Onu gözleyin. Onu inceleyin. Ama ona tapmayın.
Kişi kendi düşüncelerinin ürünüdür. Büyük düşünün. Termostatınızı ileriye ayarlayın. Başarınızı, başaracağınıza olan dürüst ve saygılı inançla, atak bir biçimde başlatın. Büyük düşünün ve iyi gelişin.

İnancın Gücünü Geliştirmek
Aşağıda inanç gücünü elde etme ve bunu geliştirmeyle ilgili olarak size kılavuzluk edecek üç madde yer almaktadır:

1. Başarıyı düşünün, başarısızlığı değil. İş dünyasında, evinizde başarısızlık düşüncesini, başarı düşüncesiyle değiştirin. Zor bir durumla karşılaştığınızda ‘Kazanacağım’ diye düşünün ‘Kaybedebilirim’ diye değil. Bir başkasıyla rekabet ederken ‘Ben en iyisiyim’ diye düşünün, ‘Ben demodeyim’ diye değil. Bir imkan doğduğunda ‘Yapabilirim’ diye düşünün, ‘Yapamam’ diye değil.
2. Kendinize hep düşündüğünüzden daha iyi olduğunuzu anımsatın. Başarı süper bir zeka gerektirmez. Ne de başarıda mistik bir yan vardır. Ayrıca başarı şans temeli üzerine kurulmamıştır.
3. Büyük düşünün. Başarının büyüklüğü inancınızın büyüklüğüyle belirlenir. Küçük hedefler düşünüyorsanız küçük başarılar bekleyin. Büyük hedefler düşünürseniz büyük başarılar kazanırsınız. Şunu da unutmayın. Büyük fikir ve planlar çoğu zaman küçük fikir ve planlardan daha kolaydır.

KENDİ MAZERET HASTALIĞINI KENDİN TEDAVİ ET*
Başarıya ulaşmayı düşündüğünüzde, üzerinde çalışacağınız tek şey insanlardır. İnsanlar üzerinde çalışmayı derinleştirdiğinizde, başarısız insanların “zihin-öldürücü” düşünce hastalığından çektiklerini keşfedeceksiniz. Bu hastalığa excusitis diyoruz. Her başarısızlığın temelinde bu hastalık vardır. En sıradan insanlarda bile hafif dozda bulunmaktadır.
Kişi daha başarılı oldukça bahane bulma eğiliminin azaldığını da göreceksiniz. Sıradan başarıları olan kişiler neden yapmadıkları, yapamadıkları, olamadıklarını açıklamak konusunda çok hızlıdır.
Başarılı insanların hayatını incelediğinizde şunu keşfedersiniz: Sıradan bir insanın öne sürdüğü tüm bahaneler, başarılı insanlar tarafından da ileri sürülebilecekken, sürülmemiştir.
Şimdiye dek hiçbir başarılı iş adamı, asker, satıcı, uzman bir kişi veya herhangi bir alanda lider olmuş kişinin, arkasına sığınmak için bir veya daha fazla mazeret bulamadıklarını ne duydum ne de böyle biriyle tanıştım. Roosevelt, tutmayan bacaklarının arkasına saklanabilirdi, Truman, “kolej eğitiminin olmadığı” gerekçesini kullanabilirdi; Kennedy, “Başkan olmak için çok gencim” diyebilirdi; Johnson ve Eisenhower kalp krizlerinin ardına saklanabilirdi.
Her hastalık gibi, mazeret bulma hastalığı da uygun teşhis konmazsa daha ağırlaşır. Bu düşünce hastalığının kurbanı olan bir kişi şöyle bir zihinsel süreç yaşar: “Yapmam gerektiği kadar iyi yapmıyorum. Kendimi korumak için olay esnasında başka yerde olduğumu ispatlamada neyi kullanabilirim? Görelim bakalım şunları: Kötü sağlık? Eğitim yetersizliği? Yaşlılık? Gençlik? Kör talih? Kişisel felaket? Eş? Ailemin beni yetiştirme biçimi?”
Kurban her mazeret buluşunda, bu mazeret bilinçaltında kök salar. Düşünceler, olumlu olsun olumsuz olsun, sürekli tekrarla beslenirse daha da güçlenir. Mazeret bulma hastası, başlangıçta mazeretinin aşağı yukarı yalan olduğunu bilir. Fakat bunu tekrar ettikçe, tamamen doğru olduğuna inanır. Olması gerektiği kadar başarılı olamamasının gerçek nedeni bu mazerettir.

Mazeret Bulma Hastalığının En Yaygın Dört Türü
A. “Ama benim sağlığım bozuk.”
Sağlık mazereti kronik “Kendimi iyi hissetmiyorum” türünden, daha özel “Benim şu...şu... hastalıklarım var” türüne kadar çeşitlilik gösterir. Doktor ve cerrah arkadaşlarım örnek bir yetişkin insan yaşamının var olmadığını söyler. Tıbbi açıdan herkeste mutlaka bir sorun vardır.
Cleveland’deki bir konuşmamı henüz bitirmiştim. Çıkışta 30 yaşlarında bir adam benimle birkaç dakika özel olarak konuşmak istediğini söyledi. “Biliyor musunuz,” diye devam etti, “kalbimden rahatsızım ve kedimi sürekli kontrol altında tutmak zorundayım.” Daha sonra konuşmasını dört doktora gittiğini ancak hiçbirisinin sorunu çözemediğini anlatarak sürdürdü ve ne yapmasını önereceğimi sordu.
“Doğrusu,” dedim, kalp hakkında hiçbir şey bilmiyorum ama farklı mesleklerden kişiler de olsak üç şey yapardım.
1. İlk önce bulabileceğim en iyi kalp doktoruna gider ve onun koyacağı teşhisi kabul ederdim.
2. “Size önerebileceğim ikinci şey Dr. Schindler’in Yılda 365 Gün Yaşamak adlı harika kitabını okumanızdır. Dr. Schindler bu kitabında hastane yataklarını işgal eden her dört hastanın üçünde aslında DSOH (Duygularının Sebep olduğu Hastalık) olduğunu gösterir. Düşünsenize, şu an hasta olan her dört kişiden üçü, eğer duygularıyla nasıl baş edebileceğini öğrenmiş olsaydı şimdi sağlıklı olacaktı. Dr. Schindler’in kitabını okuyun ve kendi ‘duygu yönetimi’ programınızı geliştirin.

3. “Üçüncü olarak da ölene kadar yaşamaya azmederdim.”
Bu dertli adama, yıllar önce vereme yakalanmış olan avukat bir arkadaşımın bana verdiği öğüdü anlatarak konuşmama devam ettim. Bu arkadaşım denetim altında bir hayat yaşaması gerektiğini biliyordu ama bu durum onu hukuk alanında çalışmaktan, iyi bir aile yetiştirmekten ve hayattan gerçekten zevk almaktan alıkoymadı. Şimdi 78 yaşında olan arkadaşım felsefesini şu kelimelerle açıklardı: “Ölene dek yaşayacağım ve yaşamla ölümü birbirine karıştırmayacağım. Bu dünyada olduğum sürece yaşayacağım. Neden sadece yarı canlı olayım? Kişinin ölmek konusunda endişelenerek geçireceği her dakika aslında o kişinin ölü olarak geçirdiği bir dakikadır.”

Sağlık Mazeretinin üstesinden Gelmek için Kullanabileceğiniz Dört Şey
1. Sağlığınız hakkında konuşmayı reddedin. Bir rahatsızlık hakkında, nezle dahi olsa, ne kadar çok konuşursanız, rahatsızlığınız o kadar kötüleşir gibi gelir. Kötü sağlık hakkında konuşmak tohumu gübrelemek gibidir.
2. Sağlığınız hakkında endişelenmeyi reddedin.
3. Sağlığınızın şu anki durumuna samimi olarak müteşekkir olun. Eski bir deyişi burada tekrar etmek yerinde olacak: “Eski püskü ayakkabılarım olduğu için kendimi mutsuz hissediyordum; ta ki ayakları olmayan bir adamla tanışana dek.”
4. Kendinize daima şunu anımsatın: “Yorulmak hamlaşmaktan daha iyidir.” Yaşamdan zevk alın.

B.. “Ama Başarılı Olmak İçin İnsanın Zekası Olmalı.”
Çoğumuz zekayla ilgili olarak iki temel hata yaparız:
1. Kendi zeka gücümüzü küçümseriz.
2. Diğer insanların zeka gücünü abartırız.
Önemli olan ne kadar zekaya sahip olduğunuz değil, sahip olduğunuz zekayı nasıl kullandığınızdır. Zekanızı yönlendiren düşünce, zeka gücünüzün miktarından daha önemlidir. IQ’su 100 olan olumlu, iyimser ve işbirliği yapan kişi, IQ’su 120 olan olumsuz, karamsar ve işbirliği yapmayan kişiden daha çok saygı görür ve daha büyük başarılar elde eder.
Vazgeçmemek, yapabilmenin yüzde 95’idir.
Bazı zeki insanlar neden başarısız olurlar? Yıllarca dahi denilebilecek bir kişinin yakınında bulundum. Soyut zekası çok gelişmiş olan Phi Beta Kappa, doğuştan çok zeki olmasına rağmen, tanıdığım en başarısız kişilerden birisidir. Çok sıradan bir işi vardı (sorumluluk almaktan korkardı). Hiç evlenmedi (birçok evlilik boşanma ile sonuçlanır). Pek az arkadaşı vardı (insanlardan sıkılırdı). Mal, mülk gibi şeylere yatırım yapmazdı (parasını kaybedebilir). Bu adam o muhteşem beyin gücünü başarıya ulaşmak üzere araştırmalara yönlendirmek yerine işlerin neden yolunda gitmeyeceğini ispatlamakta kullanırdı. Beynindeki muhteşem kaynağı olumsuz düşüncelerin yönlendirmesinden dolayı bu adam kendinden çok az şey verir ve hiçbir işe yaramazdı.
Unutmayın, zekanıza yol gösteren düşünceler sahip olduğunuz zekadan çok daha önemlidir. Bu temel başarı prensibini doktora derecesi bile değiştiremez.
Doğuştan varolan kabiliyetlerin miktarını artırmak konusunda çok fazla şey yapamayız, ancak sahip olduğumuz şeyleri kullanma biçimini elbette değiştirebiliriz.
Bilgi güçtür-yapıcı olarak kullanıldığında. Zeka mazeretinin getirdiği bazı yanlış düşünceler de bilgiyle ilgilidir. Sık sık, bilginin güç olduğu biçiminde sözler duyarız. Ama bu cümlenin ancak yarısı doğrudur. Bilgi sadece potansiyel güçtür. Bilgi sadece kullanıldığı-sadece yapıcı olarak kullanıldığı-zaman güçtür.
Büyük bilimadamı Einstein’la ilgili bir hikaye vardır. Bir keresinde ona bir mil kaç feettir diye sormuşlar. Einstein’ın cevabı şu olmuş: “Bilmiyorum. Herhangi bir referans kitabından iki dakikada bulabileceğim gerçeklerle beynimi neden doldurayım ki?” Einstein bize büyük bir ders vermekte. Einstein beyninizi gerçekleri saklamak üzere bir depo olarak kullanmak yerine onu düşünmek için kullanmanın daha önemli olduğunu anlamıştır.

Zeka Mazeretini Tedavi Etmenin Üç Yolu
1. Kendi zekanızı asla hafife almayın ve başkalarının zekalarını gereğinden fazla büyütmeyin. Kendinizi ucuza satmayın.
2. Kendinize her gün sürekli şunu anımsatın: “Tutumum zekamdan daha önemlidir.”

3. Unutmayın, bilgileri ezberlemek yerine düşünebilme yeteneği çok daha değerlidir.

C. “Faydası yok. Çok yaşlıyım (veya çok gencim).
Yaş mazeretinin üstesinden geldiğinizde, bunun doğal sonucu, gençlik iyimserliğini ve gençlik duygusunu elde etmektir. Yaş mazereti korkularını yere serdiğinizde, yaşamınıza yıllar katmanın yanı sıra başarılar da katmış olursunuz. Yaşlılık bir başarısızlık hastalığıdır. Sizi geri çekmesine karşı çıkarak onu yenin.
Kısaca özetlersek, yaş mazereti şöyle giderilebilir:
1. Şu anki yaşınıza olumlu bakın. “Hala gencim” diye düşünün, “Yaşlandım” diye değil. Yeni ufuklara doğru bakmayı öğrenin, coşku sahibi olun ve gençlik duygusunu hissedin.
2. Ne kadar üretken zamanınız kaldığını hesaplayın. Unutmayın, 30 yaşındaki bir kişinin önünde hala üretken olarak geçirebileceği yüzde 80’lik bir aktif yaşantı süresi vardır. 50 yaşındaki birinin önünde de fırsatlarla dolu yıllarının yüzde 40’ı-üstelik en iyi yüzde 40’ı. Aslında yaşam pek çok insanın düşündüğünden daha uzundur.
3. Gerçekten ne yapmak istiyorsanız onu yaparak gelecek zamana yatırım yapın.
“Yıllar önce başlamış olmalıydım” biçiminde düşünmeyi bırakın. Bu, başarısızlık düşüncesidir. Bunun yerine “Şimdi başlayacağım, en iyi yıllarım önümdeki yıllar” diye düşünün. Bu başarılı insanların düşünme biçimidir.

D. “Ama benim durumum farklı; kötü talih yakamı bırakmaz.”
Şans Mazeretini İki Yolla Alt Edin
1.Sebep-sonuç kanunun kabul edin. Bir başka kişinin “şansı” olarak görünen şeye ikinci kere bakın. Onun geleceğini yönlendiren şeyin şans değil, hazırlık, planlama, başarı-üreten düşünme süreci olduğunu bulacaksınız. Bir başkasının “kötü şansı” olarak görünen şeye de ikinci kere bakın. O zaman bazı sebeplerin varlığını keşfedeceksiniz. Bay Başarı bir engelle karşılaşır; öğrenir ve bundan karlı çıkar. Bay Sıradan ise kaybettiği zaman öğrenmeyi beceremez.
2. Hüsnü kuruntuya kapılmayın. Zihinsel enerjinizi hiçbir efor sarf etmeden başarı elde edecek yolların hayalini kurmakla harcamayın. Sadece şans ile başarılı olamayız. Başarı, onu üreten şeyleri yapmakla, onu üreten prensipler konusunda uzman olmakla elde edilir. İş hayatında yükselmeyi, zaferleri, yaşamdaki güzel şeyleri şansa bağlamayın. Şansın işlevi bu güzel şeyleri size ulaştırmak değildir. Bunun yerine, sizi başarılı bir insan yapacak kaliteyi kendinizde geliştirmeye konsantre olun.

GÜVEN SAĞLAYIP KORKUYU YENİN
Evet, korku gerçektir. Ve onu yenmeden önce varlığını kabul etmeliyiz. Bugün artık korkunun çoğu psikolojiktir. Endişe, gerginlik, sıkıntı, panik, tümü de yanlış idare edilen olumsuz düşüncelerden kaynaklanmaktadır. Eski “o-sadece-senin-aklında” yaklaşımı, korkunun aslında var olmadığını varsayar. Ama korku vardır. Korku gerçektir. Korku, başarının bir numaralı düşmanıdır.
Korkunun her türlüsü veya büyüklüğü bir psikolojik hastalık türüdür. Zihinsel bir hastalığı da bedensel bir hastalığı tedavi ettiğimiz gibi belirli ve kendini kanıtlamış yöntemlerle tedavi ederiz. Güven duygusu tamamen sonradan elde edilir veya geliştirilir. Hiç kimse içinde güvenle doğmaz. Etrafına güven saçan, korkuyu yenmiş, her zaman ve her yerde kendini rahat hisseden bu insanlar güvenlerinin bir parçasını sonradan elde etmişlerdir. Siz de bunu yapabilirsiniz.
Aşagıdaki iki adımlık prosediri kullanarak korkunuzu yenebilir ve güven kazanabilirsiniz.
1. Korkunuzu izole edin. Gerçekte tam olarak neden korktuğunuzu belirleyin.
2. Sonra harekete geçin. Her korku için bir eylem biçimi vardır.
Unutmayın, tereddüt sadece korkuyu büyütür. Hemen harekete geçin. Kararlı olun. Kendine güvensizlik çoksa, bu bizi doğrudan hatalı yönetilen belleğe götürür.
Beyniniz tıpkı bir banka gibidir. “Akıl bankanıza” her gün düşüncelerinizi yatırırsınız. Bu düşünce birikimleri büyür ve sizin belleğiniz olur. Düşünmeye başladığınızda veya bir problemle karşılaştığınızda, aslında bellek bankanıza şunu söylersiniz: “Bunun hakkında ne biliyorum?”Bellek bankanız otomatik olarak sizi cevaplar ve daha önceki benzer durumlarda yatırmış olduğunuz bilgi parçalarını sunar. O halde belleğiniz yeni düşünceleriniz için işlenmemiş malzeme sağlayan temel kaynağınızdır.

Bellek bankanızı etkin biçimde yöneterek güven sağlamak için yapmanız gereken iki önemli şey şudur:
1. Bellek bankanıza sadece olumlu düşünceleri yatırın. Dürüst olmak gerekirse, herkes hoş olmayan can sıkıcı, cesaret kırıcı pek çok durumla karşı karşıya kalır. Ama başarısız insanlarla başarılı insanlar bu durumları tamamiyle farklı biçimlerde ele alır. Başarısız insanlar bunları, deyiş yerindeyse, kalben alırlar. Bu hoş olmayan durumlar üzerinde gereğinden fazla durarak bunların belleklerinde iyi bir yer edinmelerine neden olurlar. Bunları akıllarından çıkaramazlar. Geceleri, üzerinde düşündükleri en son şeyler bu hoş olmayan durumlardır.
Öte yandan kendine güvenen, başarılı insanlar bunlar üzerinde “bir daha düşünmezler bile.” Başarılı insanlar bellek bankalarına olumlu düşünceler yatırmada uzmanlaşmışlardır.
2. Bellek Bankanızdan Sadece Olumlu Düşünceler Çekin:
“Basitçe şu: olumsuz düşünceleri zihinsel canavarlar halini almadan önce yok etmek.” Zihinsel canavarlar yaratmayın. Bellek bankasından boş olmayan şeyler çekmeyi reddedin. Hangi türden olursa olsun bir şeyi anımsadığınız zaman deneyiminizin olumlu kısmı üzerine konsantre olun; kötü tarafını unutun. Onu toprağa gömün. Kendinizi olumsuzca düşünürken yakalarsanız, zihninizi tamamiyle kapatın.

İşte size insanları uygun perspektife koymak için iki yol:
1. Öteki Kişiye Dengeli Bir Şekilde Bakın. İnsanları ele alırken şu iki noktayı aklınızdan çıkarmayın. Bir kere, öteki kişi önemlidir. Kesinlikle önemlidir. Her insan önemlidir. Ama şunu da unutmayın: “Siz de önemlisiniz.” O nedenle birisiyle tanıştığınızda şöyle düşünmeyi kural haline getirin: “Biz oturmuş, karşılıklı ilgimizi çeken ve bize fayda sağlayacak konuda konuşmakta olan iki önemli insanız.”
2. Bir Anlama Tutumu Geliştirin. Mecazi olarak sizi ısırmak isteyen, size hırlamak isteyen, sizi sürekli azarlamak isteyip de bunu yapamazsa küçük düşürmek isteyen insanların sayısı az değildir. Kendinizi bu tip insanlara karşı hazırlamazsanız, kendinize olan güveninizde büyük boşluklar açar ve kendinizi bütünüyle yenilmiş birisi olarak hissetmenize neden olurlar. Bu gelişmiş kabadayıya, kendi zayıf noktasını etrafa yaymaktan hoşlanan kişiye karşı bir savunmaya gereksiniminiz vardır.

Doğru olanı yapmak vicdanınızı tatmin eder. Bu da kendine güveni geliştirir. Yanlış bilinen bir şeyi yaptığımızda iki olumsuz şey meydana gelir. Birincisi, kendimizi suçlu hissederiz ve suçluluk kendimize olan güveni yiyip bitirir. İkincisi, er geç diğer insanlar bunu öğrenir ve bize olan güvenlerini yitirirler.
İşte size yirmi beş kere okumaya değer bir psikolojik ilke. Sizi iyice doyurana dek bunu okuyun:
Güvenli düşünmek için, güvenli hareket edin.
Ünlü psikolog Dr. George W. Crane, Uygulamalı Psikoloji adlı kitabında şöyle demiştir: “Unutmayın, davranışlar duyguların göstergeleridir. Duyguları doğrudan denetleyemezsiniz, sadece davranış veya hareketlerinizin seçimiyle bunu yapabilirsiniz...Bunu yaygın trajedilerin tümünden (evlilikteki zorluklar veya yanlış anlamalar) kurtarmak için somut olan bazı psikolojik gerçeklerin farkında olun. Her gün uygun davranışlarda bulunursanız, kısa sürede bunlara göre hissetmeye başlayacaksınız. Sadece hem kendiniz hem de partneriniz için randevu, öpücük, günlük kompliman yapma ve birçok küçük kibar davranışlar konusunda dikkatli olun; böylece aşk duygusu konusunda endişe etmemize gerek kalmaz. Kendinizi sadık hissetmediğiniz sürece sadık davranamazsınız.”
Psikologlar fiziksel hareketlerimizi değiştirerek tutumlarımızı değiştirebileceğimizi söylerler. Örneğin, kendinizi güldürebilirseniz sonunda kendinizi daha güleç hissedersiniz. Kambur durmak yerine dik durursanız kendinizi daha üstün hissedersiniz. Bu olumsuz açıdan da geçerlidir. Biraz sert kaş çatarak bakın, bakalım kendinizi sürekli kaşları çatık biri olarak hissetmiyor musunuz?
Düzenlenmiş davranışların duyguları değiştirdiğini ispatlamak çok kolaydır. Biriyle tanışırken çekingen davranan insanlar bu çekingenliklerinden üç basit hareketi aynı anda yerine getirerek kurtulabilirler: İlki, diğer kişinin elini yakalayıp sıcak bir şekilde tokalaşın. İkincisi, doğrudan ona bakın. Üçüncüsü “Sizinle tanıştığıma memnun oldum” deyin.
Dolayısıyla güvenli düşünmek için güvenli davranın. Hissetmek istediğiniz biçimde davranın. Aşağıda beş tane “güven-geliştirici” egzersiz yer almaktadır.
1. En ön sırada olun: Toplantılarda-kutsal yerlerde, sınıfta veya diğer türden topluluklarda-önce arka sıraların dolduğu dikkatinizi çekti mi hiç? Pek çok insan arka sıralarda oturmak için mücadele eder ve böylece “fazla dikkat çekmezler.” Fazla dikkat çekmek istememelerinin sebebi ise kendilerine güvenmemeleridir.

2. Göz teması kurmaya çalışın: İçgüdüsel olarak, gözlerinizin içine bakmayan kişi hakkında kendinize sorular sormaya başlarsınız. “Ne saklamaya çalışıyor? Neden korkuyor? Bir şey mi söylemek istiyor?”
Göz temasından kaçınırsanız kendiniz hakkında iyi bir şey söylemiş olmazsınız. “Korkuyorum. Güvenim yok” dersiniz. Bu korkuyu, diğer insanın gözlerinin içine bakarak yenin. Diğer insanın gözlerinin içine bakmak ona şunu iletir; “Açığım ve dürüstüm. Sana söylemekte olduğum şeye inanıyorum. Korkmuyorum. Kendime güveniyorum.” Bırakın gözleriniz sizin için çalışsın. Gözleriniz karşınızdaki insanın gözlerinin içine baksın. Bu size sadece güven vermez, size güven duyulmasını da sağlar.
3. Yüzde 25 daha hızlı yürüyün:
Darbe yemiş, yoksulluk içindeki bir insan ayaklarını sürükleyerek ve tökezleyerek yürür. Kendine güveni sıfırdır. Sıradan insanların yürüyüşleri de “sıradandır.” Adımları “sıradandır.” “Kendimle çok fazla gurur duymuyorum” gibisinden bir görüntüye sahiptirler.
“Yüzde-25-daha-hızlı-yürüyün” tekniğini kullanmak kendinize güveni geliştirmede yardımcı olur. Omuzlarınızı geri çekin, kafanızı dik tutun; biraz daha hızlı yürüyerek kendinize güveninizin nasıl artmakta olduğunu hissedin. Sadece deneyin ve görün.

4. Düşüncelerinizi çekinmeden söylemeyi deneyin:
Farklı büyüklüklerdeki değişik gruplarla çalışırken pek çok insanın bilinçli olarak ve doğal bir yetenekle durup, tartışmalara katılmada başarısız olduklarını gözledim. Bunun nedeni, diğerlerine katılıp onlarla tartışmak istememeleri değildir. Daha ziyade, kendine güven eksikliğidir.
Konferansta suskun kalan insan kendi kendine şöyle düşünür: “Benim düşüncem büyük bir olasılıkla değersiz. Bir şey söylersem kendimi aptal yerine koymuş olabilirim. O nedenle hiçbir şey söylemeyeceğim. Bunun yanı sıra, gruptaki diğer kişiler belki benden daha çok şey biliyor. Benim dikkate dahi değmez biri olduğumu bilmelerini istemem.”
Konferans suskunu konuşmayı beceremediği her seferden sonra kendini daha yetersiz ve aşağılık duygusuna kapılmış hisseder. Çoğu zaman kendi kendine zayıf bir söz verir (içinin derinliklerinde tutmayacağını da bilir). Bir dahaki sefer konuşacaktır.
Bu çok önemli: Suskunumuz her başarısız konuşma girişiminden sonra güven zehrinden bir doz daha alır. Kendine güveni gittikçe azalır.
Düşüncelerinizi çekinmeden söyleyin. Bu, kendinize güveni arttırıcı bir vitamindir.  Katıldığınız her açık toplantıda düşüncelerinizi çekinmeden söylemeyi kural haline getirin. Katıldığınız her iş toplantısında, komite toplantısında, grup forumlarında gönüllü olarak bir şey söyleyin. İstisnasız. Yorum yapın, öneri getirin, soru sorun. Konuşan son insan olmayın. Buzu kıran kişi olun. Yorum yapan ilk kişi.
5. Kocaman gülümseyin: Pek çok kişi bir gülüşün kişiye büyük bir itici güç verdiğini duymuştur. Gülümsemenin güven açığını kapatmak için mükemmel bir ilaç olduğu söylenmiştir. Ama insanların çoğu buna hala inanmıyorlar, çünkü kokarken gülümsemeyi hiçbir zaman denememişlerdir.
Eğer karşımızdaki kişiye kocaman ve içten gülümserseniz kişi size kızmayı sürdüremez. Bir gün, bunu gösteren küçük bir olay geldi başıma. Kavşakta durmuş yeşil ışığın yanmasını bekliyordum ki BAM! Arkamdaki sürücünün ayağı frenden kaymış, arka tamponumu şöyle bir teste tabi tutmuştu. Aynadan arkaya baktım ve arabadan indiğini gördüm. Ben de indim ve kurallar kitabını unutarak kendimi bir ağız dalaşına hazırladım. İtiraf etmeliyim ki onu konuşmamla parçalara ayırmaya hazırdım. Bereket versin, bu şansı yakalamadan önce bana doğru yürüdü, gülümsedi ve en samimi ses tonuyla şöyle dedi: “Arkadaş, gerçekten böyle bir şey yapmak istemedim.” Samimi açıklamasına uygun o gülümseme beni eritti. “Tamamdır. Olur böyle şeyler” gibisinden bir şeyler geveledim. Göz açıp kapatıncaya dek rakibim dostum olmuştu.

BÜYÜK DÜŞÜNMEK
Kendinize hiç şu soruyu sordunuz mu: “Benim en büyük zayıflığım nedir?” Belki insanların en büyük zayıflığı, kendilerini layık görmemeleridir. Yani kendini ucuza satmaktır.
Filozoflar binlerce yıldır iyi bir tavsiyede bulmuşlardır: Kendini bil. Ama görünen o ki pek çok insan bu önerinin anlamının şu olduğunu sanmaktadır: Sadece olumsuz Tarafını Bil. Birçok kişisel değerlendirme kişinin hatalarından, yetersizliklerinden, kusurlarından meydana gelmektedir. Yetersizliklerimizi bilmek iyi bir şeydir çünkü bu bize kendimizi hangi alanlarda geliştirebileceğimizi gösterir. Ama sadece olumsuz yanlarımızı bilirsek çıkmazdayız demektir. Değerimiz çok küçülür.

Birçok insanın anlamakta güçlük çektiği farklı kelime ve deyim kullanan insanlar buyurgan olma eğilimi güden ukalalardır. Ve ukala insanlar genellikle küçük düşünen insanlardır.
Bir insanın kelime hazinesi, kullandığı veya bildiği kelime sayısı ile ölçülmez. Bundan ziyade, bir kişinin kelime haznesiyle ilgili tek önemli şey, kelime ve deyimlerinin gerek kendi gerekse karşısındakinin düşüncelerinde yarattığı etkidir. İşte size çok temel bir saptama: Biz kelime ve deyimlerle düşünmeyiz. Biz sadece resim veya görüntülerle düşünürüz. Kelimeler düşüncelerin hammaddeleridir. Konuşurken veya okurken, o şaşırtıcı cihaz (beyin) kelime ve deyimleri otomatik olarak zihinsel resimlere dönüştürür. Her kelime veya deyim birbirinden az da olsa farklı zihinsel resimler yaratır. Biri size “John yeni bir araba satın aldı” derse siz bir resim görürsünüz. Ama “Jim yeni bir çiftlik evi aldı” deseler bu kez farklı bir resim görürsünüz. Gördüğümüz zihinsel resimler, nesneleri adlandırmak veya açıklamak için kullandığımız kelimelerin türüne göre değişir.

Büyük Düşünenlerin Kelime Hazinesine Sahip Olmanın Dört Yolu
1. Neler hissettiğinizi açıklarken büyük, olumlu, neşeli kelime ve deyimler kullanın.
Biri size “Bugün kendini nasıl hissediyorsun?” diye sorduğunda, ona “Yorgunum (başım ağrıyor, keşke bugün Cumartesi olsaydı, kendimi iyi hissetmiyorum)” diye cevap verirseniz, sonunda kendinizi daha kötü hissediyor olmanıza yol açarsınız. Şunu deneyin. Çok basit ama müthiş güçlü bir nokta. Size ne zaman “Nasılsın?” veya “Kendini bugün nasıl hissediyorsun?” diye sorarlarsa, şöyle cevaplayın: “Harika, teşekkür ederim. Ya sen?”, “Müthiş” veya “Çok iyi”. Böylece her fırsatta kendinizi harika hissedecek ve kendinizi gerçekten de harika hissetmeye başlayacaksınız.
2. Diğer insanlara açıklama yaparken hoş, neşeli, güzel kelime ve deyimler kullanın.
Başkasıyla birlikte o anda sizinle olmayan üçüncü bir kişi hakkında konuşurken o kişi için mutlaka “Gerçekten çok iyi bir insan. Bana işlerinin de harika olduğunu söylediler,” gibisinden büyük kelime ve deyimlerle komplimanda bulunun.
3. Diğer insanları cesaretlendirmek için olumlu bir dille konuşun.
Her fırsatta insanlara komplimanda bulunun. Tanıdığınız herkes övülmeye can atar. Eşinize her gün söyleyecek özel bir kelimeniz olsun. Sizinle çalışan insanları izleyin ve kompliman yapın. Övmek samimi bir şekilde yapılırsa başarı için anahtar olur.
4. Diğer insanlara bir şeyler anlatırken olumlu kelimeler kullanın.
İnsanlar “Size iyi haberlerim var. Dahiyane bir fırsatla karşı karşıyayız...” gibisinden bir şey duyduklarında zihinleri parıldamaya başlar. Ama “Hoşlansak da hoşlanmasak da yapmamız gereken bir iş var” gibi bir şey duyduklarında zihindeki film neşesiz ve sıkıcı olur.
Zafer sözü verirseniz destek kazanırsınız. Kale inşa edin, mezar kazmayın.
Dünyanın bizim üstümüze koyduğu fiyat etiketi bizim kendimize biçtiğimiz değerle neredeyse aynıdır.

Potansiyel olarak pek çok güçlü kişi küçük, önemsiz şeylerin kendilerini başarıya götürecek yolu engellemesine izin verir. Şimdi bunların dört örneğini inceleyelim.
1. İyi Bir Konuşma Yapmak İçin Ne Gerekir?
Pek çok kişi topluluk karşısında kötü bir konuşmacıdır. Neden mi? Sebebi basittir. Pek çok insan büyük ve önemli şeylere değil, konuşma yapmanın küçük, önemsiz şeylerine konsantre olur. Peki kişi konuşmak üzere ayağa kalktığında ne olur? Korkar, çünkü kendine müthiş bir yapılmayacaklar listesi hazırlamıştır. Konuşurken kafası karışır ve “Acaba hata mı yaptım?” diye sormaya başlar.
Bir konuşmacının gerçek değeri dik durması veya gramer hatası yapmamasıyla değil, öne sürdüğü noktaların dinleyiciler tarafından anlaşılıp anlaşılmamasıyla ölçülür. Sıradan şeyleri dert ederek topluluk önünde başarısız bir konuşmacı durumuna düşmeyin.
2. Kavganın Sebebi Nedir?
Hiç kendi kendinize, kavga etmenin sebeplerinin ne olduğunu sordunuz mu? Kavgaların en az yüzde 99’u küçük, önemsiz şeylerden başlar.
İşte size işe yarayan bir teknik. Birini eleştirmeden, azarlamadan, ona ithamda bulunmadan veya meşru-müdafaa niyetine karşı saldırıya geçmeden önce kendinize şunu sorun: Bu gerçekten önemli mi?” Birçok durumda önemli değildir ve böylece uyuşmazlıktan kaçınmış olursunuz. Olumsuz bir tutum içine gireceğinizi hissettiğiniz an kendinize sorun: “Gerçekten önemli mi?” Bu soru daha hoş bir ev ortamı yaratmada büyüsel bir işleve sahiptir. Büroda da geçerlidir. Eve giderken trafikte birisi aniden önünüze geçtiğinde de. Bu soru, hayatta tartışma yaratmaya açık tüm durumlarda işinize yarar.

3. John en Küçük Odayı Aldı ve Kendi Kendini Yaktı
Hepsi aynı seviyede olan dört genç yönetici ofis değiştirip yeni odalarına taşınmışlardır. Odaların üçünün büyüklüğü aynıydı ve benzer biçimde dekore edilmişti. Dördüncüsü daha küçüktü ve aynı ihtimamla döşenmemişti. J.M.’ye dördüncü oda verilmişti. Bu onun için çok ciddi bir gurur meselesi oldu. Bir anda bunu kendisine karşı yapılmış olan bir ayrımcılık olarak değerlendirdi. Sonuç olarak diğer yönetici arkadaşlarına karşı düşmanlık duyar oldu. Onların yaptığı işlerde yardımda bulunacağına köstek olur bir hale girdi. İşler daha kötüye gitti. Üç ay sonra öyle bir hata yaptı ki yönetime kendisini işten kovmalarından başka bir alternatif bırakmadı.
Kendisine karşı ayırımcılık yapılmış olduğuna çabucak inanmakla şirketin hızla büyümekte olduğunu ve bir odaya sahip olmanın dahi bir ayrıcalık olduğunu algılayamadı. Odaların dağıtımını yapan yöneticinin hangi odanın küçük olduğunu bilmediğini dahi aklına getirmedi. J.M.’nin dışında şirketteki hiç kimse odanın büyüklüğünü bir değer ölçüsü olarak almamıştı.
Bölümünüze ait personel listesinde adınızı en sonda görmek veya bir ofis mesajının dördüncü kopyasını almak gibi önemsiz şeyler hakkında küçük düşünmenizin size büyük zararı dokunur. Büyük düşünün ve böyle ufak tefek şeylerin sizi yolunuzdan alıkoymasına izin vermeyin.

4. Kekelemek Bile Önemsiz Bir Ayrıntıdır
Konuşma özürlü olmak, mesleği konuşma yapmak olanlar için bile sıradan, önemsiz bir ayrıntıdır. Eğer kişinin büyük meziyetleri varsa.

Sıradanlıklar hakkında düşünme konusunda size yardımcı olması açısından şu üç yöntemi uygulayın:

1. Gözlerinizi büyük hedefe odaklayın.     
Evlilikte büyük hedef barıştır, mutluluktur, huzurdur, yoksa münakaşaları kazanmak ve ‘Sana böyle olduğunu söylemiştim’ demek değil.
Elemanlarınızla çalışırken büyük hedef, onların tüm potansiyellerini geliştirmektir; küçük hatalarını sorun yapmak değil.
Komşularla yaşarken büyük hedef, karşılıklı saygı ve arkadaşlıktır, yoksa bir gece havladığı için köpeklerini bir kulübeye tıktırabilir miyiz diye düşünmek değil. Askeri deyimlerle açıklamak gerekirse, muharebeyi kaybedip savaşı kazanmak, muharebeyi kazanıp savaşı kaybetmekten çok daha iyidir.

2. “Gerçekten önemli mi?” diye sorun.
Bu tür sorunlu durumlarda “Gerçekten önemli mi?” diye yaklaşılsa aslında tartışma ve kavgaların en az yüzde 90’ı hiç yaşanmaz bile.

3. Sıradanlık tuzağına düşmeyin.
Konuşma yaparken, problem çözerken, çalışma arkadaşlarınıza akıl verirken, gerçekten önemli şeyleri düşünün. Bir fark yaratan şeyleri. Yüzeysel şeylerin içinde boğulmayın. Önemli şey üzerine yoğunlaşın.

YARATICI BİÇİMDE DÜŞÜNÜP HAYAL KURMAK
Yaratıcı düşünce basitçe bir şeyi yapmak için yeni ve gelişmiş yollar bulmaktır. Her türlü başarının ödülü-evde, işte, dernekte-işleri daha iyi yapmak üzere yeni yol ve yöntem bulmakta saklıdır. Şimdi, yaratıcı düşünce kabiliyetimizi geliştirip güçlendirmek için neler yapabileceğimize bakalım.

Birinci adım: Yapabileceğinize İnanın. Bir şeyin yapılabileceğine inanmak, aklı o şeyi yapmak için bir yol bulmak üzere harekete geçirir.

İkinci adım: Bir şeyin yapılabileceğine inanmak yaratıcı çözümlerin yolunu açar. Bir şeyin yapılamayacağına inanmak yıkıcı bir düşüncedir. Bu nokta, küçük ya da büyük her türlü durum için geçerlidir. Kalıcı dünya barışının sağlanabileceğine içtenlikle inanmayan politik liderler, dünya barışını sağlamada başarılı olamazlar, çünkü zihinleri barışı getirici yaratıcı çözümlere kapalıdır.
Birinden hoşlanabileceğinize inanırsanız, onunla ilgili hoşlanacak bir şeyler bulabilirsiniz. Kişisel problemlerinize çözüm bulabilirsiniz, eğer bulabileceğinize inanırsanız.
İnanç yaratıcı güçler çıkarır. İnançsızlık ise frenleri devreye sokar. İnanın, yapıcı olarak düşünmeye başlayacağınızı göreceksiniz. Arzu varsa çözüm de vardır. Yapabileceğinize inanın. Bu, yaratıcı düşüncenin temelidir.

 İnanç yoluyla yaratıcı gücünüzü geliştirmek üzere size iki öneri.

1. İmkansız kelimesini düşünce ve konuşma sözlüğünüzden atın. İmkansız bir başarısızlık kelimesidir.
2. Uzun süredir yapmayı istediğiniz ama yapamayacağınıza inandığınız özel bir şeyi düşünün. Şimdi, onu neden yapamayacağınızla ilgili bir liste yapın. Çoğumuz bir şeyi neden yapamayacağımıza yoğunlaştığımız için arzularımızı yenip onları mağlup ederiz. Oysa zihinsel odaklaşmamız için değerli olan tek şey neden yapabileceğimiz konusunda düşünmektir.
“Ortalama” insanlar daima ilerlemenin karşısındadır. Birçok insan zamanında sokaklarda otomobil kullanılmasına karşı sesini yükseltmişti. Uçak birçok insan için çok sert bir çıkış gibi geldi. İnsanların, kuşlar için “ayrılmış” bir bölgeye girme “hakkı” yoktu. Birçok tutucu insan hala “uzayda işimiz ne” demektedir.
Donmuş olan hiçbir şey büyümez. Eğer geleneğin akıllarımızı dondurmasına izin verirsek yeni fikirler filizlenemez.
Geleneksel düşünme; yaratıcı kişisel başarı programına ilgi duyanların bir numaralı düşmanıdır. Geleneksel düşünme zihninizi dondurur, ilerlemenizi engeller ve yaratıcı gücünüzü geliştirmenize mani olur. İşte onunla mücadele etmenin üç yolu:
1. Yeni fikir ve önerilere açık olun. Düşünceleri geri püskürten şu yaklaşımları yok edin: “İşe yaramaz”, “Yapılamaz”, “Hiçbir değeri yok”, “Aptalca.”
2. Yeni şeyleri deneyen bir kişi olun. Sabit, rutin şeyleri kırın. Yeni lokantalar deneyin, yeni kitaplar okuyun, yeni tiyatrolara gidin, yeni arkadaşlıklar edinin. Bazen işe farklı yoldan gidin, bu yıl farklı bir yerde yaz tatilinizi geçirin. Bu haftasonu yeni ve farklı bir şey yapın.
3. İlerici olun, gerici olmayın. “Çalıştığım yerde böyle yapardık, o nedenle burada da böyle yapacağız” değil, “Eski çalıştığım yerde yaptığımızdan daha iyi nasıl yapabiliriz?” şeklinde yaklaşmalısınız.

Başarılı insan, “Daha iyi yapabilir miyim?” diye sormaz. Yapabileceğini bilir. Dolayısıyla sorduğu soru şudur: “Nasıl daha iyi yapabilirim?” İşte, evde, dernekte başarının bileşenleri şudur; yaptığını daha iyi yap (yaptığın işin kalitesini arttır) ve yaptığının daha fazlasını yap (yaptığın işin miktarını arttır.)
Kişisel politika olarak ben şu kavramı seçmiş durumdayım: Bir şeyin yapılmasını istiyorsan onu meşgul bir insana ver. Önemli projeleri boş zamanı çok olan kişilerle birlikte yapmaya karşıyım. Acı verici ve pah
Her seviyeden insanlarla yaptığım yüzlerce mülakat sonucunda şunu keşfettim: “Kişi ne kadar büyükse sizin konuşmanızı sağlamak üzere sizi cesaretlendirme eğilimi de o kadar fazladır. Ne kadar küçükse de size öğüt verme eğilimi o denli yüksektir.”
Büyük insanlar dinlemeyi tekellerine alır. Küçük insanlar konuşmayı tekellerine alır.
Ayrıca şuna dikkat edin. Hangi meslekten olursa olsun üst düzey liderler zamanlarının çoğunu öğüt almaya harcar, öğüt vermeye değil. Üst düzey bir yönetici bir karar almadan önce sorar, “siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?”, “siz ne önerirsiniz?” “Bu şartlar altında siz ne yapardınız?”, “Bu size nasıl görünüyor?”
Kulaklarınız bilgi giriş kapılarıdır. Onlar zihninizi hammadde ile besler. Bu hammaddeler de yaratıcı güce dönüştürülebilir. Konuşmakla hiçbir şey öğrenemeyiz. Ama sorup dinleme ile öğrenmenin sınırı yoktur.

Aşağıdaki üç aşamalı programı deneyerek sorup dinleme ile yaratıcılığınızı güçlendirebilirsiniz.
1. Başkalarını konuşmaları için cesaretlendirin. “Senin bu konudaki deneyimin nedir?”, “Bu konuda sen ne yapılması gerektiğine inanıyorsun?”, “Buradaki kilit nokta sence nedir?” Öteki insanları konuşmaları için cesaretlendirirseniz iki misli zafer elde edersiniz.
2. Kendi bakış açınızı soru biçimde test edin. “Şu öneriye-ne dersin” yaklaşımını kullanın. Dogmatik olmayın.
3. Karşınızdaki kişinin dedikleri üzerinde yoğunlaşın. Çoğu Dinlemek çenenizi kapalı tutmaktan öte bir şeydir. Dinlemek söylenenin aklınıza girmesine izin vermektir. zaman insanlar dinlemiyor oldukları halde dinliyormuş gibi yaparlar. Sadece karşılarındaki kişinin susup kendilerine konuşma sırasının gelmesini beklerler.
Fikirler düşüncelerimizin meyveleridir. Ama bunlardan faydalanıp bir değer ifade etmeleri için işe yarar hale getirilmeleri gerekir. Verimli, yaratıcı zihinlere sahip insanlar güzel bir fikrin herhangi bir zamanda herhangi bir yerde ortaya çıkabileceğini bilir. Fikirlerin kaçıp gitmesine izin vermeyin. Aksi takdirde düşüncenizin meyvelerini yok etmiş olursunuz. Onların etrafını çitle çevirin.
Fikri kağıt üzerinde şekillendirin. Bunun iki mükemmel sebebi vardır. Bir fikir gözle görülür bir forma girdiğinde onu her açıdan görebilirsiniz. Eksikliklerini, parlatmak için neler yapılması gerektiğini. Sonra fikirler de başkalarına “satılmalıdır”. Müşterilere, işçilere, patrona, arkadaşlara, kulüptekilere, yatırımcılara. Birisi o fikri “satın almalıdır”; aksi takdirde hiçbir değeri olmaz.

NE OLDUĞUNUZU DÜŞÜNÜYORSANIZ OSUNUZ
Çevrenize bakın. Bazı insanlara “Hey dostum” biçiminde yaklaşırken bazılarına saygılı biçimde “evet efendim” şeklinde yaklaşıldığını gözleyeceksiniz. İzleyin. Göreceksiniz ki bazı insanlar güven, bağlılık ve hayranlık uyandırırken, bazıları uyandırmaz. Daha yakından bakarsanız, en çok saygı duyulan kişilerin en başarılı kişiler olduğunu da görürsünüz.
Bunun açıklaması nedir? Tek kelimeyle açıklanabilir bu: Düşünme. Böyle olmasını sağlayan düşünmedir. Diğer insanlar bizde, biz kendimizde ne görüyorsak onu görür. Hangi yaklaşım biçimine layık olduğumuzu düşünüyorsak insanlar o yaklaşımı gösterir. Böyle olmasını sağlayan düşünmedir. Kendini aşağılık, işe yaramaz biri olarak gören kişi gerçek yetenekleri ne olursa olsun aşağılık, işe yaramaz birisidir. Çünkü düşünme, davranışları düzenler. Kişi kendisini aşağılık biri olarak görüyorsa bu şekilde davranır ve hiçbir cila, maske veya blöf bu temel duyguyu uzun süre saklayamaz. Kendini önemli görmeyen kişi önemli biri değildir.
Kendinize ne kadar çok saygı duyarsanız başkaları da size o kadar çok saygı duyar. Bu ilkeyi test edin. Düşkün bir insana fazla saygı duyar mısınız? Tabii ki hayır! Neden? Çünkü bu zavallı adam kendine saygı duymamaktadır da ondan. Kendine saygısı olmadığından daha da ahlaksızlaşmaktadır.
Önemli görünmek-önemli olduğunuzu düşünmenize yardımcı olur. Kural: Unutmayın, görünümünüz “konuşur”. Sizin hakkınızda olumlu şeyler söylüyor olduğundan emin olun. Evinizi nasıl bir insan olmak istiyorsanız o şekilde göründüğünüzden emin olmadan asla terk etmeyin.
Kendinize amirlerinizin, arkadaşlarınızın gözüyle bakın. Temiz, düzenli, tertipli olmanın bedeli çok azdır. Sloganı bütünüyle alın ve şu şekilde yorumlayın: Doğru giyinin. Karşılığını her zaman alırsınız. Unutmayın: Önemli görünün çünkü bu önemli olduğunuzu düşnmenize yardımcı olur.
Giyinmeyi cesaretinizi arttırmak, güven duygusu yaratmak için bir araç olarak kullanın. Eski bir felsefe profesörüm, dönem sonu sınavlarına son dakika hazırlıkları için öğrencilere şu öğüdü verirdi: “Bu önemli sınav için iyi giyinin. Yeni bir kravat alın. Elbisenizi ütüleyin. Ayakkabılarınızı boyayın. Zeki görünün çünkü bu zekice düşünmenize yardımcı olacaktır.” Profesör felsefesinin ne olduğunu biliyordu. Sakın hata yapmayın. Fiziksel görüntünüz zihinsel görüntünüzü etkiler. Dışarıdan görünüş biçiminiz içinizden düşündüğünüz ve hissettiğiniz şeyleri etkiler.
Bana tüm delikanlıların bir “şapka döneminden” geçtiğini söylemişlerdi. Yani şapka kullanarak olmak istedikleri kişi veya karakterle kendilerini bağdaştırmak isterler. Askere gidenler bilir; asker ancak askeri üniforma içindeyken asker gibi düşünür ve kendini asker olarak hisseder. Bir bayan ancak bir parti için giyindiyse bir partiye gidiyor olduğunu duyumsar. Benzer biçimde bir yönetici de ancak bir yönetici gibi giyinirse kendisini yönetici olarak hisseder.
Görüntünüz sizinle konuşur; ama başkalarıyla da konuşur. Başkalarının sizin hakkınızda ne düşündüklerini anlamaya yardım eder. Teorik olarak, insanların bir kişinin giysilerine değil de zekasına bakmak zorunda olmasını duymak hoştur. Ama yanlış anlamayın. İnsanlar sizi görünümünüze göre değerlendirir. Görünümünüz başkalarının sizi değerlendirmesindeki ilk şeydir. Ne kadar zaman alırsa alsın ilk izlenim değişmez. Evet, bir kişinin görünümü kesinlikle konuşur. İyi giyimli bir kişinin görünümü olumlu şeyler söyler. İnsanlar şöyle der: “İşte önemli bir kişi; zeki, başarılı, güvenilir. Arayıp da bulunamayacak birisi; takdir edilecek, saygıdeğer birisi. O kendisine saygı duyuyorsa ben de duyarım.”
İşinize her gün geldiğinizde kendinize şunu sorun: “Her açıdan bakıldığında taklit edilmeye değer birisi miyim? Alışkanlıklarımın hepsi de astlarımda gördüğümde beni mutlu edecek şeyler mi?”
Kendinizi Her Gün Birkaç Defa Teşvik Edin.

ÇEVRENİ YÖNET: BİRİNCİ SINIF OL
Vücut, neyle besleniyorsa odur. Benzer şekilde zihin de ne ile beslenirse odur. Zihinsel yiyecekler tabii paketler halinde gelip mağazalarda satılmaz. Zihinsel yiyecekler, sizin çevrenizdir-bilincinizi ve bilinçaltınızı etkileyen saymakla bitmez bir sürü şey. Tükettiğimiz zihinsel yiyecek türleri alışkanlıklarımızı, tutumlarımızı, kişiliğimizi belirler. Hepimizin içinde gelişmeye açık bir kapasite vardır. Ama gerek kapasitenin ne kadar geliştirileceği gerekse de kapasiteyi geliştirme biçim tamamıyla zihnin ne ile beslendiğine bağlıdır. Zihin de tıpkı vücudun aldığı besinleri yansıtması gibi çevresi onu ne ile beslerse onu yansıtır.

Şunu iyice öğrenin. Çevre bize şekil verir, düşünme biçimimizi belirler. Başka insanlarda olmayan bir alışkanlık veya davranışınızı düşünün. Nispeten küçük bir şey olsun. Mesela yürüyüş şekliniz, bardağı tutuş şekliniz, müzik, edebiyat, eğlence veya giyim konusundaki tercihler. Bunların tümü de ağırlıklı olarak çevrenizin etkisiyle şekil alır. Bundan daha önemlisi düşüncelerinizin, hedeflerinizin, tutumlarınızın büyüklüğü, kişiliğiniz, bulunduğunuz çevre tarafından oluşturulur.
Basit insanlarla yakın ilişkiler basit alışkanlıklarımızın doğmasını sağlar. Olumlu açıdan bakarsak; büyük fikirleri olan insanlarla ilişki içinde olmak düşünce seviyemizi yükseltir. Hırslı insanlarla yakın ilişki kurmak bizi de hırslandırır. Uzmanlar bugün şu konuda hemfikirdirler: Bugünkü siz, kişiliğiniz, hırslarınız, hayattaki statünüz içinde bulunduğunuz fiziksel çevrenin sonucudur. Bundan bir, beş, on, yirmi yıl sonraki siz, bütünüyle o zamanki çevreye bağımlı olacaksınız.
Aydan aya, yıldan yıla değişeceksiniz. Bu bildiğimiz bir şey. Ama nasıl değişeceğiniz gelecekteki çevrenize bağlı olacaktır; yani zihninizi besleyecek zihinsel yiyeceklere. Gelecekteki çevremizin bizi tatmin etmesi ve bize mutluluk vermesi için neler yapabiliriz şimdi onlara bakalım:
Kendinizi, başarmak üzere yeniden koşullayın.
Çocukken hepimizin büyük hayalleri vardı. Şaşırtıcı derecede genç yaşlarda, bilinmeyeni keşfetmek, lider olmak, çok önemli mevkilere gelmek, zevkli ve başarılı işler yapmak, zengin ve ünlü olmak için planlar yapmışızdır. Kısacası birinci olmak, en büyük ve en iyi olmak istemişizdir. Ve safça bir cahillikle bu hedeflere ulaşmak için yolumuzun açık olduğunu düşünmüşüzdür. Ama sonra ne oldu? Büyük hedeflerimizi yerine getirmek için çalışmaya başlama yaşına gelmeden çok önce bir yığın bastırıcı kuvvet faaliyetlerine başladı.
Her yönden duymaya başladığımız sözler şunlar oldu: “Hayalperest olmak aptalca bir şeydir”. Fikirlerimiz “pratik olmayan, aptalca, saf ve şapşalca” şeylerdir. “Oraları gidip görmek için paran olması lazım”. “Kimin öne geçeceğini ya şans belirler ya da önemli mevkilerde dostunun olup olmadığı”. “Çok gençsin (veya çok yaşlısın)”. “İlerleyemezsin-o nedenle-denemeye-bile-kalkışma” propagandasının bombardımanı altında, tanıdığınız insanların çoğu üç gruba ayrılır:
Birinci Grup: Tamamıyla kuşatılmış olanlar. İnsanların büyük bir çoğunluğu sahip olunması gereken hiçbir şeye sahip olmadıklarına göre içlerinin derinliklerinde ikna olmuş haldedirler.
İkinci Grup: kısmen kuşatılmış olanlar. Nispeten daha küçük olan bu grup yetişkinlik dönemine, başarıya ulaşabileceklerine dair kayda değer bir ümit ile girer. Bu insanlar kendilerini hazırlar. Çalışır. Plan yapar. Bu grupta birçok zeki ve yetenekli insan vardır. Bunlar ayağa kalkıp koşmaktan korktukları için hayat boyunca emekleyerek ilerlerler.
Üçüncü Grup: Hiçbir zaman kuşatılmamış olanlar. Belki de toplumun yüzde iki veya üçünü oluşturan bu grup karamsarlığın hakimiyetine izin vermez, bastırıcı güçlerin kuşatmasına inanmaz, emeklemeye tahammül edemez.

Sorularınız olduğunda işin ehline danışın. Başarısız birisinden tavsiye almak kansere karşı nasıl tedavi gerektiği konusunda güya doktor olduğunu iddia eden şarlatan birisine başvurmak gibidir.
İşte size sosyal çevrenizi birinci sınıf yapmaya yardımcı olacak birkaç şey:
1. Yeni grupların içine girin. Sosyal çevrenizi aynı küçük grupla sınırlandırmak sıkıntı, tatminsizlik, sıradanlık yaratır. Böylece tıpkı her şeyde olduğu gibi insanlardaki çeşitlilik de yaşama yeni çeşniler katar ve onu daha geniş çaplı bir hayat haline getirir. Bu güzel bir zihinsel beslenmedir.
2. Bakış açıları sizden farklı insanlarla arkadaşlık kurun. İçinde bulunduğumuz bu modern çağda dar kalmış bir bireyin fazla geleceği olamaz. Sorumluluk ve önemli mevkiler; işi her iki tarafından da gören insanlara doğru gider.
3. Ufak tefek ve önemsiz şeyler üzerinde durmayan kişilerle arkadaş olun. Fikirleriniz ve konuştuklarınızdan çok evinizin büyüklüğü ve sahip olduğunuz veya olmadığınız eşyalarla ilgilenen kişiler küçük insanlardır.

Ama bir başka zehir çeşidi daha vardır. Biraz da gizlice faaliyet gösteren bu düşünce zehrine yaygın olarak “dedikodu” denir. Düşünce zehiri vücut zehrinden iki açıdan farklıdır. Vücudu değil de aklı zehirler ve anlaşılması, fark edilmesi daha zordur. Zehri alan kişi genellikle bunun farkında olmaz.
Düşünce zehrinin anlaşılması zordur ama doğrusu “büyük” işler yapar. Bizi ufak tefek, önemsiz şeyleri düşünmeye zorlayarak düşünce kapasitemizi düşürür. İnsanlar hakkında ki düşüncelerimizi saptırır ve çarpıtır çünkü gerçeklerin tahrif edilmesi üzerine kurulmuştur. Ayrıca dedikodusunu yaptığımız kişiyle karşılaştığımızda içimizde bir suçluluk duygusu oluşturur. Düşünce zehiri yüzde sıfır doğru düşünmek, yüzde yüz yanlış düşünmektir. Yaygın kanının tersine kadınlar dedikodu konusunda özel bir konuma sahip değillerdir. Her gün pek çok erkek de kısmen zehirlenmiş bir çevrede yaşar.
Dedikodu insanlar hakkında yapılan olumsuz konuşmalardır ve bu düşünce zehrinin kurbanı bu zehirden hoşlandığını düşünmeye başlar. Diğerleri hakkında olumsuz konuşmak onu zehirli bir oyuncak haline getirmeye başlar ve başarılı insanların giderek kendisinden hoşlanmamaya ve ona güvenmemeye başladıklarının farkına bile varmaz.
Şu düşünceyi bir süre kafanızda tekrarlayın. İlinize bir balta alıp komşunuzun mobilyalarını parçalamanız sizin mobilyalarınızın biraz daha iyi görünmesini sağlamaz. Benzer şekilde laf baltalarını ve bombalarını diğer insanlara karşı kullanmak da ne sizi ne de beni daha iyi birisi yapar.

TUTUMLARINIZ SİZDEN YANA OLSUN
Ne düşünüyor olduğumuz yaptığımız şeylerde kendisini gösterir. Tutum ve davranışlar aklımızın aynasıdır. Düşüncelerimizi yansıtırlar. Masasında oturan arkadaşınızın aklından geçenleri okuyabilirsiniz. Kullandığı ifade ve üslubu gözleyerek iş hakkında ne düşünüyor bunu algılayabilirsiniz.
Davranışları göstermekten öte şeyler yapar, “duyururlar” da. Bir sekreter şöyle dediğinde bürosunu tanıtmaktan öte şeyler yapmış olur; “Günaydın, Bay Shoemaker’ın bürosu.” Sadece dört kelime ile sekreter şunu der: “sizi seviyorum. Aradığınız için çok mutlu oldum. Sizin önemli olduğunuza inanıyorum. İşimi seviyorum.” Ama bir başka sekreter aynı kelimeleri kullandığı halde başka şeyler söyleyebilir. Mesela; “Beni rahatsız ettiniz. Keşke aramasaydınız. İşimden çok sıkılıyorum ve beni rahatsız eden insanlardan hiç hoşlanmam.”
Tutum ve davranışları ifadeler ve ses tonları aracılığıyla okuruz.
Liderlik konusunda Amerika’daki en saygıdeğer otoritelerden biri olan profesör Erwin H. Schell şöyle demektedir: “Başarıya ulaşmada imkan ve rekabetten başka bir şeyin daha olduğu açıktır. Bu bağlayıcı unsuru, katalizörü, tek kelimeyle açıklamak gerekirse tutum ile açıklanabileceği sonucuna vardım. Tutum ve davranışlarımız doğru olduğunda yeteneklerimiz en verimli seviyeye ulaşmakta ve bunu kaçınılmaz olarak güzel sonuçlar izlemektedir.
Şu üç tutumu geliştirin. Yaptığınız her şeyde bunların yanınızda olmasını sağlayın:
1. Ben canlıyım tutumunu geliştirin
2. Sen önemlisin tutumunu geliştirin
3. Önce hizmet tutumunu geliştirin

Kendi coşkusunu yitiren kişi başkalarında o coşkuyu yaratamaz. Ama coşkulu bir insan kısa sürede coşkulu bir izleyici kitlesine sahip olur. Coşku, işi yüzde 100 daha iyi yapar. Bir an için dağılıp gitmeye yüz tutmuş bir kulüp veya derneği düşünün. Büyük bir olasılıkla onu yeniden diriltmek için gerekli tek şey biraz coşku. Sonuç gösterilen coşkuyla doğru orantılı olarak kendiliğinden gelir. Coşku duymak basitçe “Bu harika” demektir. İşte nedeni.
Yaptığınız her şeye canlılık katın. Coşkunun varlığı veya yokluğu yaptığınız ve söylediğiniz her şeyde kendisini gösterir. El sıkışmanıza canlılık verin. El sıkışırken, el sıkışın. El sıkışma tarzınız şunu söylesin: “Sizi tanıdığım için çok mutluyum.” Veya “Sizi tekrar gördüğüm için çok mutlu oldum.” Tutucu, sıradan bir el sıkışma hiç el sıkışmamaktan daha kötüdür. İnsanları şöyle düşündürür; “Bu adam canlıdan çok ölü gibi.”
Gülümsemenize canlılık katın. Gözlerinizle gülümseyin. Hiç kimse yapay, monte edilmiş, hırsız gibi gülümsemeden hoşlanmaz. Gülümsediğiniz zaman gülümseyin. Dişleriniz görünsün. Dişleriniz düzgün olmayabilir ama bu önemli değil ki. Çünkü siz gülümsediğinizde insanlar dişlerinizi görmez. Sıcak, coşkulu bir kişi görür. Sevdikleri bir kişi.

Teşekkür ederim”lerinizi “Çok teşekkür ederim” haline getirin.
İnsanlar, söylediklerine inanan kişilerle arkadaşlık yapar. Söylediklerinizi canlı söyleyin. Konuşmanıza canlılık, dirilik verin. İster bir bahçe toplantısında konuşuyor olun ister bir aday ile veya çocuklarınızla, sözlerinizin ardına coşkuyu yerleştirin. Konuşmanıza canlılık verdiğinizde otomatik olarak kendinize canlılık katmış olursunuz.

Ailenize iyi haberler getirin. Onlara o gün yaşadığınız iyi bir şeyden bahsedin. Yaşadığınız güzel, hoş şeyleri anımsayın. Hoş olmayan şeylerin unutulup yok olmasını hızlandırmış olun. İyi haberler yayın. Kötü haberlerden bahsetmenin hiçbir yararı yoktur. Sadece ailenizin endişe duymasına ve sinirlerinin gerilmesine neden olur. Evinize her gün biraz gün ışığı getirin.
 Sen Önemlisin Tutumunu Geliştirin

Çok önemli bir gerçek vardır. Her bir birey Hindistan’da da Indianapolis’te de yaşasa, cahil de olsa zeki de, medeni de olsa ilkel de, genç de olsa yaşlı da şu arzuya sahiptir: Önemli olduğunu hissetmek. Önemli olmak arzusu bir insanın biyolojik-olmayan en güçlü, en zorlayıcı açlığıdır. “Sen önemsiz birisin” tutumunun baskın çıkmasının bir nedeni vardır. Pek çok insan karşısındaki kişiye bakar ve şöyle düşünür; “Bana hiçbir faydası yok. O halde önemli birisi değil.”
İşte burada insanlar çok basit bir hata yapmış oluyor. Karşınızdaki kişi statüsü veya gelir düzeyi fark etmeksizin iki dev sebepten dolayı sizin için önemlidir.

İlki, eğer birine önemli olduğunu hissettirirseniz sizin için daha çok şey yapar. Diğerlerinin kendilerini önemli hissetmelerine yardımcı olmak size ödül kazandırır çünkü bu sayede siz de daha önemli olduğunuzu hissedersiniz. Deneyin ve görün.

 Takdir etmede tecrübe sahibi olun.
Diğer insanların yaptıklarından dolayı onları takdir edeceğinizi bilmelerini bir kural haline getirin. Takdir etmeyi, diğerlerinin onlara ne kadar bağımlı olduğunuzu bilmelerini sağlayarak tatbik edin. Dürüst, kendinize özgü komplimanlar kullanarak insanları takdir edin. İnsanlar komplimanlar ile büyür ve gelişir. İster 2 veya 20 ister 9 veya 90 yaşında olsunlar insanlar övülmenin özlemini duyar.
Övgüyü sadece büyük başarılar için saklamanız gerektiğini sanmayın. İnsanları küçük şeylerle ilgili olarak da övün; görünümleri, rutin işlerini yapma tarzları, fikirleri, yardımseverlikleri. İnsanlara başarmış oldukları konular hakkında kişisel notlar yazarak övgüde bulunun. Onları özel olarak arayın ve özel olarak ziyaret edin.
İnsanları “çok önemli kişiler”, “önemli kişiler”, “önemsiz kişiler” diye sınıflandırmak için zaman ve enerji harcamayın. İstisnasız; ister çöpçü olsun ister bir şirketin genel müdürü sizin için herkes önemlidir. Bir insana ikinci sınıf muamelesi yapmak size birinci sınıf sonuçlar kazandırmaz.
2. İnsanlara Adıyla Hitap etmede Tecrübe Sahibi Olun.
Unutmamanız gereken iki önemli şey vardır. İsmi doğru telaffuz edin ve doğru yazın. Eğer bir kişinin ismini hatalı telaffuz eder veya yazarsanız kişi onun önemsiz birisi olduğuna inandığınızı düşünecektir.
3. Zaferin Karşılığını Almayın.
Onun Yerine Yatırım Yapın.
Unutmayın övgü kuvvettir. Üstlerinizden aldığınız övgüyü elemanlarınıza dağıtın. Böyle yaparak performanslarını artırmak üzere onları teşvik etmiş olursunuz. Övgüyü paylaştığınızda elemanlarınız bilir ki onların haklarına samimiyetle değer veriyorsunuz.

İNSANLAR HAKKINDA OLUMLU DÜŞÜNÜN
Kural şudur: Başarı diğer insanların desteğine bağlıdır. Sizinle, olmak istediğiniz siz arasındaki tek engel diğer insanların desteğidir. Eğer almazlarsa başarısız olur. Benzer şekilde, bir üniversite rektörü eğitim programının takip edilmesi için profesörlerine, bir politikacı seçilmek için oy kullanan vatandaşlarına, bir yazar da yazdıklarını okuyacak okura bağlıdır.
Şimdi şunu sorma zamanı; “Tamam, istediğim başarıya ulaşmak için diğerlerine bağlı olduğumu kabul ediyorum. Peki bu kişilerin beni desteklemesi ve liderliğimi kabul etmesi için ne yapmak zorundayım?” Cevap tek bir cümleyle özetlenebilir: İnsanlara karşı olumlu düşünün. Böyle yaptığınızda sizden hoşlanacak ve sizi destekleyeceklerdir.
Şu noktayı netleştirelim: Kişi bir üst seviyeye çekilmez, kaldırılır. Bugün, bu çağda kimsenin bir kişiyi işinde bir üst makama çekecek zamanı ve sabrı yoktur. Kendisi hakkındaki bilgiler hangi kişiyi diğerlerinden daha yukarıda gösteriyorsa o seçilir. Daha üst seviyelere, sevilebilir, insanlarla ilgili kişiler olduğumuzu bilenler tarafından kaldırılırız. Kurduğunuz her arkadaşlık sizi bir birim daha yukarı kaldırır. Ve sevilebilir biri olmak, sizi kaldırılması daha kolay biri yapar.
Ama sakın arkadaşlık satın almaya çalışmayın; çünkü arkadaşlık satılık değildir. Arkadaşlık kurmada hediye vermek harika bir deneyimdir. Tabii eğer bunun arkasında bir samimiyet, o kişiye hediye vermeden duyulan bir hoşnutluk varsa. Gerçek samimiyet olmazsa verilen hediye bedel ödeme veya rüşvetten başka bir şey değildir.

Dostluklar satın alınamaz. Bunu denersek iki biçimde kaybederiz:
1. Para harcamış oluruz
2. Kendimizi küçültmüş oluruz.

Arkadaşlık kurmada ilk adımı siz atın-liderler hep böyle yapar. Kendimize şunu söylemek çok kolay ve doğaldır; “İlk adımı o atsın”, “Önce onlar bizi arasın”, “Önce o konuşsun”. Aslında insanları tanımak konusunda ilk adımı atmak bir liderlik vasfıdır. Büyük bir grup içindeyken şu önemli şeyi gözleyin: Ortalıktaki en önemli kişi kendini tanıtmada en aktif olan kişidir.
İnsanlara karşı olumlu düşünün. Bir arkadaşımın ifade ettiği gibi, “Ben onun için önemli olmayabilirim ama o benim için önemli. İşte bu nedenle onu tanımak zorundayım.”
İnsanların asansör beklerken nasıl donuk kaldıkları hiç dikkatinizi çekti mi? Yanlarında biri olmadığı sürece insanlar dönüp de beklemekte olan diğer kişilere tek bir kelime bile söylemezler. Tanımadığınız birine hoş bir laf ettiğinizde kendisini bir derece daha iyi hissetmesini sağlamış olursunuz. Bu da kendinizi daha iyi hissetmenizi ve rahatlamanızı sağlar. Tanımadığınız birine hoş bir şey söylediğiniz her seferinde karşılığını kendinizde bulursunuz. Bu tıpkı soğuk bir kış sabahı arabanızı ısıtmak gibidir.
İşte size küçük bir girişimde bulunarak dostluk kazanmanın altı yolu:
1.Her fırsatta kendinizi başkalarına tanıtın-partilerde, toplantılarda, uçakta, işte, her yerde.
2. Karşınızdaki kişinin adınızı doğru algıladığından emin olun.
3. Karşınızdaki kişinin adını onun telaffuz ettiği biçimde telaffuz ettiğinizden emin olun.
4. Karşınızdaki kişinin adını not edin ve doğru yazdığınızdan emin olun.
5. Daha iyi tanımak istediğiniz yeni arkadaşlarınıza bir kart atın. Bu çok önemlidir. Pek çok başarılı insan yeni dostluklarını bir mektup veya telefon ile sürdürür.
6. Ve son olarak, tanımadığınız kişilere hoş şeyler söyleyin. Bu sizi ısıtır ve önünüzdeki işler için hazırlar.

Elbette ki bu ortalama bir insanın yaptığı bir şey değildir. Bay “Sıradan” hiçbir zaman tanışmalarda ilk adımı atmaz. Önce karşısındaki kişinin kendisini tanıtmasını bekler. İlk adımı siz atın. Başarılı biri gibi olun. İnsanlarla tanışmak için yolunuzu değiştirin. Utangaç olmayın. Sıra dışı olmaktan korkmayın.

Hiç kimse ne tamamen iyi ne de tamamen kötüdür. Mükemmel kişi yoktur.
Kendime ait yüzlerce deneyim şunu ortaya çıkarmıştır. En çok konuşan kişi ile en başarılı kişinin aynı olması çok az bir ihtimaldir. Neredeyse istisnasız, kişi ne kadar başarılı ise muhabbet cömertliği konusunda o denli deneyimlidir. Yani karşısındaki kişiyi kendisi, görüşleri, başarıları, ailesi, işi, problemleri hakkında konuşmaya teşvik eder.
Şunu unutmayın; sıradan insan dünyada her şeyden çok kendisi hakkında konuşmayı tercih eder. Ona bu şansı verdiğinizde bundan dolayı sizi çok sever. Muhabbet cömertliği arkadaş sahibi olmanın en kolay, en basit ve en emin yoludur. Muhabbetlerin çok konuşanı olmayın. Dinleyin, arkadaş edinin, öğrenin. Bir başka kişiyle ilişkilerinizde gösterilen kibarlık kullanabileceğiniz en hoş ilaçtır.
İnsanlara karşı doğru düşünmeyi işler istediğimiz gibi gitmediği zamanlarda test etme imkanına ulaşırız. Terfi alamadığınız zaman ne düşünürsünüz? Veya üyesi olduğunuz bir kulüpte bir seçim kaybederseniz? Veya yaptığınız iş eleştirildiğinde? Şunu unutmayın: Kaybettiğiniz zamanki düşünce biçiminiz kazanmanızın ne kadar zaman alacağını belirler.

AKTİF OLMA ALIŞKANLIĞI EDİNİN
Her büyük işin-ister bir işletmeyi veya büyük bir satış bölümünü yönetmek olsun ister bilim, askerlik veya hükümet konumlarında olsun-faaliyeti düşünen bir kişiye gereksinimi vardır. Kilit pozisyonlar için eleman arayan üst düzey yöneticiler şu tür sorulara cevap ararlar; “İşi yapacak mı?”, “İşleyebilecek mi?”, “Kendi kendine başlayabilir mi?”, “Sonuç alabilir mi, yoksa sadece ağzı laf mı yapıyor?”
Tüm bu soruların tek bir amacı var: Kişinin faaliyet adamı olup olmadığını anlamak.
İnsanları inceledikçe-gerek başarılı gerekse de ortalama insanları-insanların iki gruba ayrıldığını göreceksiniz. Başarılı olanlar aktiftir; onlara “canlandırıcı” diyeceğiz. Ortalama, sıradan, başarısızlar ise pasiftir. Onlara da“bezgin” diyeceğiz.
Bay Canlı yapar. Bay Bezgin ise yapacaktır ama yapmaz. Herkes canlı olmak ister. O halde aktif olma alışkanlığı edinelim. Birçok bezgin kişi harekete geçmeden önce şartlar yüzde yüz uygun olana dek beklemede ısrar eder. Mükemmeliyetçiliğe oldukça arzu duyulur. Ama insan-yapısı veya insan-tasarımı olan hiçbir şey mutlak biçimde mükemmel değildir; olamaz. O nedenle koşullar mükemmel olana dek beklemek sonsuza dek beklemek demektir.
Şu iki düşünceyi zihninizin derinliklerine yerleştirin. Önce fikirlerinizi hayata geçirerek onlara değerini verin. Bir fikir ne kadar iyi olursa olsun onunla bir şey yapmadığınız sürece hiçbir şey elde edemezsiniz. İkincisi fikirlerinizi hayata geçirdiğinizde zihinsel sükunete kavuşursunuz. Birisi bir zamanlar şöyle demişti: Bir ağızdan veya kalemden çıkabilecek en acı kelime şudur:” Olabilirdi.” Her gün birilerinin şuna benzer şeyler söylediklerini duyarsınız: “Öyle olacağı içime doğmuştu. Keşke bir şey yapmış olsaydım”. İyi bir fikir eğer hayata geçirilmezse korkunç bir psikolojik ağrı yapar. Ama gerçekleştirilen iyi bir fikir müthiş bir zihinsel tatmin verir.
İyi bir fikriniz var mı? O halde bir şeyler yapın.
Korkuyu yenip kendinize güven gelmesini sağlamak için harekete geçin. Hareket; güveni besler ve güçlendirir. Her türlü hareketsizlik ise korkuyu besler. Korkuyla mücadele etmek için hareket edin. Korkuyu arttırmak için ise bekleyin, erteleyin. Her türlü korku ile mücadele etmenin yolu harekete geçmektir.
O telefon görüşmesini yapmaktan dolayı korkuyor musunuz? Arayın ve korkunuzun kaybolduğunu görün. Ertelerseniz aramak giderek daha da zorlaşacaktır.
Check-up için doktora gitmeye korkuyor musunuz? Gidin ve korkunuzun yok olduğunu görün. Büyük bir olasılıkla bir hastalık çıkmayacaktır ve eğer çıkarsa ne yapmanız gerektiğini öğrenmiş olacaksınız. Eğer ertelerseniz, korkuyu gerçekten sizi hasta edene dek beslemiş olursunuz. Kendinize olan güveni artırın. Harekete geçerek korkuyu yok edin.
Kağıda bir düşüncenizi yazarken tüm dikkatiniz o düşünce üzerine odaklanır. İşte bu nedenle zihin bir şey düşünürken başka bir düşünceyi kağıda aktarabilecek biçimde tasarlanmamıştır. Kağıda yazarken zihninize de yazarsınız. Eğer bir düşüncenizi kağıda yazarsanız bunu daha uzun süre ve daha net olarak anımsayabileceğiniz yapılan testlerle ispatlanmıştır. Ve konsantre olmak için kağıt-kalem tekniğini kullanma konusunda bir kez uzman oldunuz mu gürültülü veya benzeri dikkat dağıtıcı ortamlarda da düşünebilirsiniz. Düşünmek istediğinizde yazmaya, kağıdı karalamaya veya diyagramlar çizmeye başlayın. İlham perinizi harekete geçirmenin en iyi yolu budur.

YENİLGİYİ ZAFERE DÖNÜŞTÜRME
Her kötü durumdan ders alın. Kişisel olarak bir engelle karşılaştığımızda ilk tepkimiz çoğunlukla duygusal olarak kırılmak olur ve bu nedenle de ders almayı başaramayız.
Kötü durumları zafere çevirebilirsiniz. Alınacak dersi alın, uygulayın sonra da başarısızlığınıza dönüp gülümseyin. Yenilgi, sadece aklın anlık bir halidir. Başka bir şey değil. Yenilmek, eğer ondan bir şey öğrenirsek değerlidir.
Biz insanoğulları meraklı yaratıklarız. Başarılarımıza karşı övgü almaya hemen hazırız. Kazandığımızda tüm dünyanın bunu bilmesini isteriz. Diğerlerinin size bakıp da “Bak şunu şunu yapan kişi geçiyor” demelerini beklemek çok doğaldır. Ancak insanoğlu kötü durumlara karşı kişileri suçlamak konusunda da bayağı hızlı davranır. Satışlar düştüğünde satıcının müşterileri suçlaması çok doğaldır. İşler yoldan çıktığında bir yöneticinin işçileri veya diğer yöneticileri suçlaması doğaldır. Tartışma ve ailevi problemlerden dolayı eşlerin birbirini suçlaması da çok doğaldır.
Bu karmaşık dünyada diğer insanlar bize çelme takabilir. Ama bunun kendimize taktığımız çelmelerden daha fazla olmadığı da kesindir. Kişisel yetersizlik veya hatalardan dolayı kaybederiz.
Kendinizi başarıya şu şekilde koşullayın. Bir insan ne kadar olabilirse, o kadar mükemmel olmak istediğinizi kendinize daima anımsatın. Nesnel olun. Kendinizi cam bir kavanoza koyup konuyla ilgisi olmayan üçüncü şahısların gözüyle kendinize bakın. Bakalım daha önce hiç dikkat etmediğiniz bir zayıflığınız var mı? Eğer varsa bunu düzeltmek için harekete geçin. Birçok insan kendisine o kadar alışmıştır ki, ilerlemek için gereken yolları göremez.
Kişinin kendini eleştirmesi yapıcı bir tutumdur. Yeteneksizliklerinizden kaçmayın. Gerçek profesyoneller gibi olun. Onlar hata ve yetersizliklerini araştırır ve sonra da onları düzeltirler. İşte bu yüzden profesyoneldirler. Hatalarınızı tabii ki kendinize “İşte sürekli kaybeden biriyim ben” demek için bulmaya çalışmayın. Bunun yerine hatalarınızı “İşte başarılı olmamı sağlayacak bir başka neden” tutumuyla ele alın.
Şansı suçlayacağınıza kötü deneyimlerinizi inceleyin. Kaybettiğinizde öğrenin. Pek çok kişi sıradan hayatını açıklamak için ‘kör talih’, ‘kötü şans’, ‘kötü talih’ gibi kavramları kullanır. Bu kişiler hala sempati arayan, prematüre çocuklardır. Farkında olmadıkları için daha büyük, güçlü ve kendine güvenen birisi olmalarını sağlayacak fırsatları göremezler.
Küçük bir engelle karşılaştığınızda tüm projeyi terk etmeyin. Bunun yerine bırakın ve zihinsel olarak yeniden ve taze başlayın. Müzik çalmak, yürüyüş yapmak veya şekerleme yapmak gibi basit şeyleri deneyin. Sonra yeniden geri döndüğünüzde çözüm çoğu zaman siz farkında olmadan gelir.

BÜYÜMENİZE YARDIMCI OLACAK HEDEFLER BELİRLEME
Hedef,  bir amaç, bir erektir. Hedef düşten öte bir şeydir. Hedef hayata geçirilen düşlerdir. Hedef, belli belirsiz bir “Ah keşke yapabilsem” demekten öte bir şeydir. Hedef bellidir; “İşte ulaşmak istediğim şey bu”.
Hedef belirlenmediği sürece hiçbir şey olmaz, ileriye doğru bir adım bile atılmış olmaz. Hedef olmazsa kişi hayatı boyunca başıboş dolaşır durur. Düşe kalka ilerler, nereye gittiklerinin farkında olmadan. O nedenle de hiçbir yere ulaşamaz. Hedefler başarı için en zorunlu bileşendir. Yaşam için havanın zorunlu olduğu gibi. Hiç kimse bir hedef sahibi olmadan başarıya ulaşamaz.
Önemli olan şey nerede olduğunuz değil nerede olmak istediğinizdir. İleriye dönük işlerden her birimizin alacağı çok önemli dersler vardır. Önümüzdeki 10 yıl için plan yapabiliriz ve yapmalıyız. On sene sonra hangi imaja sahip olmak istiyorsanız onu şimdiden oluşturmaya başlamalısınız. Sevmediğiniz bir iş yerine sevdiğiniz bir iş yapmaya başlamanız on yıllık bir arabaya 500 beygirlik motor takmaya benzer.
Hepimizin arzuları vardır. Hepimiz gerçekten yapmak istediğiniz şeylerin hayalini kurarız. Ancak çok azımız arzularını gerçekleştirir. Çoğumuz onları öldürür. İntihar etmek için beş silah kullanılır. Onları imha edin çünkü çok tehlikeliler.
1. Kendini küçük görmek. Pek çok insanı duymuşuzdur; “Doktor olmak istiyorum (veya yönetici, aktör, kendi işimin sahibi) ama yapamam ki”, “bende akıl yok”, “deneseydim de başarılı olamazdım”, “eğitimim, tecrübem yok”. Birçok genç insan eski, olumsuz, kendini küçük görme silahı ile arzularını öldürmektedir.
2. Sosyal güvence. “Bulunduğum yerde sosyal güvencem var” diyen kişi düşlerini öldürmek için güvence silahını kullanmış olur.
3. Rekabet. “Bu alan zaten çok kalabalık”, “Bu alandaki insanlar birbirini üstünde duruyor” arzuyu hızla öldüren yorumlardır.
4. Anne-baba baskısı. Birçok genç insanın kariyer seçimleri konusunda şunu söylediklerini duydum: “Ben başka bir dalda okumak istiyordum ama ailem bu dalda okumamı istedi. Bunu seçmek zorundaydım.” İnanıyorum ki pek çok ana-baba çocuklarının ne olması gerektiği konusunda onlara zorla baskı yapmaz. Her akıllı anababanın arzusu çocuklarının başarılı bir şekilde yaşadıklarını görmektir.
5. Ailevi sorumluluklar. “Benim için böyle bir değişikliği beş sene önce yapmış olmak daha akıllıca olurdu. Çünkü şimdi bir ailem var. Bu değişikliği yapamam” gibisinden bir yaklaşım da arzuyu öldüren katil silahlardandır.

Bu öldürücü silahlardan kurtulun. Unutmayın, tümüyle güçlü olmak, ilerlemek için yapılması gereken tek şey ne istiyorsanız onu yapmaktır. Başarılı insanların büyük çoğunluğu haftada 40 saatten fazla çalışır. Ve onların fazla işten dolayı yakındıklarını duyamazsınız. Başarılı insanların gözleri hedeflerine odaklanmıştır ve bu da onlara enerji sağlar.
Hiçbir şekilde terk edilmeyen bir hedefe sahip olmanın en ilgi çekici yanı, bunun kişiyi, hedefe ulaştırmak için sürekli ayakta tutmasıdır. Bu boş bir laf değildir. Olan şudur: Hedefinizle kuşatıldığınızda hedefin kendisi bilinçaltınıza yerleşir. Bilinçaltınız daima dengededir. Öte yandan bilinçaltınızın düşündüğü şeyleri ayarlamadığı sürece bilinciniz dengede değildir. Bilinçaltından destek gelmediği sürece kişi şüpheci, kararsız ve çekingendir. Oysa hedef bilinçaltınıza yerleştiğinde siz otomatik olarak doğru reaksiyonu göstermeye başlarsınız. Bilinciniz doğru ve net düşünmeye her zaman açıktır.
Tulane Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden insan ömrü konusunda uzman bir kişi olan Dr. George E. Burch’e göre bir insanın ne kadar yaşayacağı birçok şeye bağlıdır: Ağırlık, kalıtım, beslenme, ruhi tansiyon, kişisel alışkanlıklar. Ama Dr. Burch Şöyle demektedir: “Sona ulaşmanın en hızlı yolu emekli olup hiçbir şey yapmamaktır. Her bir insan yaşamını sürdürmek için hayata olan ilgisini sürdürmelidir.”
Her birimizin de seçme şansı var. Emeklilik, bir başlangıç da olabilir bir son da. “Ye-iç-yat-kalk-başka-bir-şey-yapma” tutumu emeklinin kendini hızla zehirleme biçimidir. Emekliliği amaçlı yaşamanın sonu olarak gören kişilerin çoğu kısa sürüde emekliliğin aslında yaşamın kendisinin sonu olduğunu görür. Yaşamak için bir neden, bir hedef yoksa, insanlar hızla kendilerini tüketir.
Askeri liderlerin ne yaptığına bakın. Bir hedefe ulaşmak için temel bir planın yanı sıra alternatif planlar da yaparlar. Eğer A planının yapılmasını engelleyen ve önceden görülmemiş bir şey çıkarsa hemen B planına geçerler. Oldukça büyük başarılar elde etmiş bir kişinin alternatif yollar kullanmamış olduğu çok az rastlanır bir durumdur. Çoğu kullanmıştır. Plan değiştirdiğinizde hedeflerinizi değiştirmek zorunda değilsiniz. Sadece farklı bir yol kullanırsınız.

Bir kişinin ne kadar iyi eğitim almış olması zihninin ne denli gelişmiş olmasıyla ölçülür. Kısaca nasıl düşündüğüyle. Düşünce yeteneğini geliştiren her şey eğitimdir.

BİR LİDER GİBİ DÜŞÜNME
Bu dört liderlik ilkesi şunlardır:
1. Etkilemek istediğiniz insanların anlayacağı dili konuşun
2. Düşünün: Bunu ele almanın insani yolu nedir?
3. İlerlemeyi düşünün, ilerlemeye inanın, ilerlemek üzere atılın
4. Kendi kendinize akıl danışmak için zaman ayırın

1 Numaralı Liderlik İlkesi. Etkilemek istediğiniz İnsanların Anlayacağı Dili Konuşun.
İnsanlarla anlayacakları dili konuşmak onlara yaptırmak istediğiniz şeyleri yapmalarını sağlamanın büyülü bir yoludur. Önemli olan nokta şu: Diğer insanların yapmalarını istediğimiz şeyleri yapmalarını sağlamak için onların gözüyle görebilmemiz gerekir. Karşımızdakinin diliyle konuştuğumuzda onları etkilemenin büyüsü etkili biçimde görünür.
Şu soruyu aklınızdan çıkarmayın: “Karşımdaki kişiyle yer değiştirseydim bu konuyla ilgili olarak ne düşünürdüm?” Bu daha başarılı hareket etmenizi sağlar. Başkalarının anlayacağı dili konuşma ilkesini kendiniz için hayata geçirin.
1. Karşınızdaki insanın durumuna dikkat edin. Kendinizi onun yerine koyun. Unutmayın, ilgi alanları, gelir düzeyi, zekası, geçmişi sizinkinden çok farklı olabilir.
2. Şimdi kendinize sorun; “Ben onun durumunda olsaydım, buna nasıl tepki gösterirdim?”
3. Eğer o insanın yerinde olsaydınız sizi ne harekete geçirirdiyse onu yapın.

2 Numaralı Liderlik ilkesi. Düşünün: Bunu Ele Almanın İnsani Yolu Nedir?
İkinci liderlik yaklaşımı soğuk, mekanik, “ben-kuralları-uygularım” yaklaşımıdır. Bu yaklaşımı benimseyen kişi her şeyi kitabına göre ele alır. Her kural, politika veya planın olağan durumlar için yardım çantası niteliğinde olduğunu anlamaz. Bu sözde-liderler insanları makine gibi algılar. İnsanların en sevmedikleri şey makine yerine konulmaktır. Soğuk, kişisel olmayan verimlilik uzmanı ideal lider değildir. Onun için çalışan “makineler” ancak enerjilerinin bir kısmını işe verir.
Olağanüstü liderlik zirvelerine çıkan kişi “insan olmak” dediğimiz üçüncü yaklaşımı sergileyen kişidir. Daha iyi bir lider olmak için “insan ol” yaklaşımını kullanmanın iki yolu vardır. İlki insanlarla ilgili zor bir durumla her karşılaşmanızda kendinize şunu sorun; “Bunu ele almanın insani biçimi nedir?”
Alaycı olmayın. Kindar olmayın. İnsanları küçük düşürmekten kaçının. Şunu sorun; “İnsanları ele almanın insani biçimi nedir?” Bu karşılığını her zaman öder. Er ya da geç ama daima.
“İnsan ol” yaklaşımından fayda sağlamanın ikinci yolu hareketleriniz ile önce karşınızdakini düşündüğünüzü göstermektir. Elemanlarınızın iş dışı faaliyetlerine ilgi gösterin. Herkese saygı duyun. Kendinize daima şunu anımsatın; yaşamanın temel amacı ondan zevk almaktır. Genel kural olarak bir kişiye ne kadar ilgi gösterirseniz o kişi size o kadar çok şey verir. Ve onun size verdikleri de sizi daha büyük başarılara götürür.

3 Numaralı Liderlik İlkesi: İlerlemeyi Düşünün, ilerlemeye inanın, ilerlemek üzere atılın.
İleriye dönük bakış açısı geliştirmek için iki özel şey vardır.
1. Yaptığınız her şeyde ilerlemeyi düşünün
2. Yaptığınız her şeyde yüksek standartları düşünün

4 Numaralı Liderlik İlkesiKendi Kendinize Akıl Danışmak İçin Zaman Ayırın ve Böylece Düşünme Gücünüzü Geliştirin
Liderleri meşgul insanlar olarak biliriz. Öyledirler. Liderlik her şeyle ilgili olmayı gerektirir. Ancak çoğu zaman yanlış görülse de liderlerin önemli bir zamanını yalnız geçirdiklerini belirtmek gerekir. Kendi düşünceleriyle tek başına.
Pek çok başarılı yönetici gün boyunca yardımcıların, sekreterlerin, telefonların ve raporların kuşatması altındadır. Ancak onları haftanın 168 veya ayın 720 saati izlerseniz ilginç bir şekilde uzun bir süreyi kesintisiz olarak düşünmekle geçirebildiklerini görürsünüz.

Önemli olan nokta şudur: Her alandaki başarılı insanlar kendilerine akıl danışacak zaman bulurlar. Liderler, bir problemin parçalarını birleştirmek, çözüm üretmek veya plan yapmak için yalnızlığı kullanır. Tek bir cümleyle söylemek gerekirse; yoğun düşünmek için.
Birçok insan yaratıcı liderlik gücünü ortaya çıkarmayı başaramaz çünkü kendilerinden başka herkese ve her şeye akıl danışırlar. Bu tür insanları iyi bilirsiniz. Hiçbir şeyi tek başlarına yapmazlar, çevrelerini insanla doldururlar. Odalarında tek başına oturamazlar; ortalıkta dolaşarak diğer insanların yanlarına giderler. Akşamları tek başına geçirdiklerine ender rastlanır.
Şartlar bu kişileri fiziksel olarak yalnız kalmaya zorlarsa zihinsel olarak yalnız kalmamanın yollarını bulurlar. Bu gibi durumlarda televizyon, gazete, radyo, telefon vb. gibi düşünme işlemini ortadan kaldıracak araçlara sığınırlar.
Sakın Bay “Yalnız-Kalmaya-Dayanamam” gibi biri olmayın. Başarılı liderler yalnız kalarak süper güçlerini gün ışığına çıkarırlar. Siz de bunu yapabilirsiniz. Her gün en az yarım saatinizi kendinize ayırmak için hemen şimdi karar verin. Belki sabahın erken saatlerinde kimse kalkmadan kendinize vakit ayırabilirsiniz. Belki de gecenin geç bir saati daha iyidir bu iş için. Önemli olan nokta zihninizin açık olduğu ve rahatsız edilmeyeceğiniz bir zamanı seçmektir.
Bu zamanı iki türlü düşünerek geçirebilirsiniz: Doğrudan ve dolaylı. Doğrudan düşünme için karşı karşıya olduğunuz en önemli sorunu ele alın. Yalnızlık ortamında zihniniz problemi nesnel olarak inceleyebilecek ve sizi doğru cevaba götürecektir.
Dolaylı düşünme için zihninizi bırakın ne düşünmek istiyorsa onu düşünsün. Bu gibi zamanlarda bilinçaltınız bellek bankanızı açar o da bilincinizi beslemeye başlar. Dolaylı düşünme kendini değerlendirmede oldukça yardımcıdır. “Daha iyi nasıl olabilirim? Bir sonraki adımım ne olabilir?” gibisinden temel konularda cevaplar bulmanızı sağlar.

Unutmayın, liderin temel işi düşünmektir. Liderliğe hazırlanmanın en iyi yolu da düşünmektir. Her gün düzenli olarak düşünmeye zaman ayırın ve nasıl başarılı olacağınızı düşünün.



Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Sayfalar

Popüler Yayınlar